ATATÜRK VE DİN PDF Yazdır E-posta
Yazar Rahip_34   
Perşembe, 22 Mart 2007
Image

Mustafa Kemal’in dünya görüşünün, hayata bakışının, din ve Tanrı konusundaki düşüncelerinin olgunlaşmasında Yeni Osmanlı ve Jön Türk aydınlarının da önemli etkileri görülmüştür. Yeni Osmanlı aydınları, batı düşüncesiyle İslam dini arasında bir sentez yapmaya çalışırken, Jön Türkler batının seküler-laik, pozitivist ve materyalist özelliklerini Osmanlı toplumuna aktarmanın yollarını arıyorlardı. Yeni Osmanlı ve Jön Türk aydınları, bir taraftan batı düşüncesi üzerine analizler yaparken, diğer taraftan da İslam’ın orijinal kaynaklarına dönerek, belki de Osmanlı Devleti’nde ilk kez İslam dini konusunda entelektüel düzeyde tartışmalar başlatmışlardı.

Mustafa Kemal’in kafasında din ve Tanrı konusunda yeni pencereler açılmasına vesile olan bütün öğrendiklerinden sonra, İslam dini üzerinde ciddi bir şekilde düşünmeye başladı. Tanrıtanımazlık düşüncesi yerine, akılcı din anlayışının ortaya çıkmasında, Namık Kemal ve Ziya Gökalp gibi din olgusunu içselleştirmiş aydınların büyük etkisi vardır. Dini toptan reddetmek yerine, dindeki dejenerasyonu düzeltmek fikri gün geçtikçe daha ağır basıyordu.

Mustafa Kemal’in, kendi el yazısıyla yazdığı şu sözleri, O’nun Allah, din ve İslam dini hakkındaki inancını ve düşüncelerini göstermesi bakımından çok önemlidir:

“Allah kavramı insan beyninin çok güç kavrayabileceği fizik ötesi bir meseledir.

Allah’ın emri çok çalışmaktır. Çalışmak demek, boşuna yorulmak, terlemek değildir. Zamanın gereklerine göre ilim ve fen , her türlü medeni buluşlardan azami derecede yararlanmak zorunludur.

Allah dünya üzerinde yarattığı bu kadar nimetleri, bu kadar güzellikleri insanlar yararlansın, varlık ve bolluk içinde olsun diye yaratmıştır, ve azami derecede faydalanabilmek için de, bugün evrenden esirgediği zekayı, aklı insanlara vermiştir.

Allah birdir. Şanı büyüktür... Peygamberimiz efendimiz hazretleri, Allah tarafından dini gerçekler duyurmaya memur ve elçi seçilmiştir. Bunun temel esası hepimizce bilinmektedir ki, yüce Kur’an’daki anlamı çok açık olan ayetlerdir. İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz, son dindir. En mükemmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa ve gerçeğe tamamen uyuyor ve uygun düşüyor. Eğer, akla, mantığa ve gerçeğe uymamış olsaydı, bununla diğer ilahi tabiat kanunları arasında çelişki olması gerekirdi. Çünkü, tüm evren kanunlarını (maddi ve manevi alem kanunlarını) yapan Tanrı’dır.”

Osmanlı arşivleri araştırmasından çok ilginç neticeler çıkartmak mümkündür. Bu arşiv bilgilerimize göre, 1400 ile 1730 yılları arasında (tanzimata kadar olan dönemde) yani yaklaşık 300 yıllık bir dönemde telif olarak 14 tefsir, 48 fıkıh, 25 akait ve kelam, 11 ahlak ve sadece 1 tane de hadisle ilgili, yani kısaca dini içerikli olmak üzere toplam 99 eser yazılmıştı. Ayrıca “Funun-u Aliye” ibaresinden dini nitelikli oldukları bilinen 30 ve sayıları belirsiz olmakla birlikte en az 14 çalışma yapıldığı görülmektedir. Toplam 234 telif eserden 143’ü dini nitelikli idi. Bu tablo, dinsel nitelikli bir imparatorluk olarak tanımlanabilen Osmanlı Devleti’nin 300 yıllık sürede dini eser yazımı ve basımı konusunda oldukça kısır olduğunu ortaya koymaktadır. 300 yıllık zaman süresinde hadisle ilgili sadece bir çalışmanın yapıldığı Osmanlı Devleti’ne karşılık, genç Türkiye Cumhuriyeti’nde yapılan çalışmalar çarpıcı bir gerçek olarak görülmektedir;

1924 yılından 1950 yılına kadar 352.000 takım dini kitap bastırılmış ve bunlar Atatürk döneminden başlayarak yurdun en ücra köşesine kadar dağıtılmıştı. Bu kitapların türlerine göre dağılımı şöyledir:

1- 45.000 adet Kur’an-ı Kerim tercüme ve tefsiri (19’ar cilt)

2- 60.000 adet Buhari Hadisleri tercüme ve izahı (12’şer cilt)

3- 247.000 adet din kültürü eserler

Bütün bu eserler, devlet tarafından bastırılıp dağıtılmıştı üstelik. Dini esaslı kitap yayını dışında da bazı yayınlar Cumhuriyet döneminde dünyanın ilkleri arasına giriyordu. 1932 yılında Ramazan ayında, Atatürk’ün emriyle önce İstanbul Yere Batan Camii’nde Kur’an aslı ve Türkçe tercümesi ile mevlit okunmuş, daha sonra halkın ilgisi ve isteği üzerine bir Cuma günü Cuma namazını müteakip aynı dini merasim 9 hafız tarafından Sultan Ahmet Camii’nde tekrarlanmıştı. Sultan Ahmet Camii’nde on bini aşkın cemaat bulunuyordu. İlginin yüksek olduğunu öğrenen Atatürk bunun Ayasofya Camii’nde Kadir Gecesi’nde tekrarını ve dünyada ilk defa radyodan naklen yayınlanmasını istemişti. O gece, Ayasofya Camii’nden yapılan yayına radyosu başında Atatürk de ortak olmaktaydı.

Kur’an’ın aletler yardımıyla yayınlanması İslam dünyasında ilk kez 1899’da gündeme gelmişti. Bunun üzerine Endonezya’da Cava’da “el Alawi” adında biri gramofonun ilk şekli olan fotonografla Kur’an yayınına karşı olduğu yolunda bir fetva vermişti. Gerekçe olarak, kaydın Arapça’nın tüm inceliklerini yansıtmadığından Kur’an’ın tahrifine yol açacağını ileri sürmüştü. Aynı yıl, Trablusşam’lı Hüseyin el Gisr de fotonografi kullanmanın şeriata aykırı olduğuna ilişkin bir fetva vermişti.

Kur’an yayınında fotonografi kullanılabileceğine ilişkin ilk izin 1906’da Mısır müftüsü Bakhit tarafından verildi. İşte radyodan Kur’an yayınının şeriata uygun olup olmadığı tartışmaları da o günlerde patlak verdi. Yıllar sonra Atatürk’ün radyodan Kur’an okutması kısa sürede İslam dünyasında önemli tartışmalara neden oldu. Benzer uygulamalar bazı İslam ülkelerinde de yapılınca bu ulemanın tepkisine yol açtı. 1934 yılında Tunus’ta Şeyh Muhtar İbn Mahmud bir fetva vererek radyodan Kur’an okunmasının yanlış olduğunu belirtti. Mısır’da Kahire radyosu ise her gün Kur’an yayını yapmaktaydı. Suriye’de Şam’lı ulema da Kahire radyosunun Kur’an yayınına karşı çıkıp hafızları greve çağırıyordu. Çok sonraları, Türkiye’de başlayan radyodan Kur’an yayını bütün İslam dünyasında kabul gördü ve devam etti.

Saygılarımla.

Image
Son Güncelleme ( Cuma, 23 Mart 2007 )
 
< Önceki   Sonraki >