MUTFAĞIMDAKİ LAMBA... |
Yazar MEHMET ALİ KILINÇ | |||||||||||||||||||||||||||||
Pazartesi, 05 Ocak 2009 | |||||||||||||||||||||||||||||
20 Kasımdan sonra, üç ay için, içinde seçim kelimesi geçen yazı yazmamak için, kendi kendime söz vermiştim. Ama özellikle bu dönemde, maalesef içinde seçim kelimesi bulunmayan yazı yazabilmek mümkün olmuyor. Neyse ki bu yazıda sözünü edeceğim seçim, Temad yönetimi seçiminden başka bir seçim. İşte alın size içinde seçim kelimesi olan bir yazı daha.
Efendim, sanırım eşim son yıllarda biraz unuttu, sormaz oldu. İlk günlerde mutfak tezgahımızın üzerindeki lambayı her kullanışında hatırlıyor olsa gerek, her mutfağa girip çıktığında, "Benim seçim paramı ne zaman verecekler" diye sorar, ben de her defasında artık o parayı unutmasını, üzerine bir bardak su içmesi gerektiğini söyler, nedenini de dilim döndüğünce anlatmaya çalışırdım. Eşim her defasında anlamış görünür, ama mutfağa girip çıktığı bir dahaki sefere aynı soruyu tekrar sorardı. Aklına geldikçe eşim aynı soruyu sormaktan usanmadı, ben de aynı şeyleri tekrar tekrar anlatmaktan bıkıp usanmadım. Dinlemek isterseniz olayı bir de sizin için anlatayım. Yıllarca okyanusları dolaşıp, ölümlerine yakın nehirleri, şelaleleri aşıp, doğdukları yere geri dönen somon balıklarının aksine, bizim meslekten olanların, çocuk yaşında doğdukları yerlerden ayrılıp, meslek yaşamları boyunca yurdun dört bir yanında yıllarca dolaşıp emekli olduktan sonra, doğdukları yerlere tekrar geri dönebilmesi çok az rastlanan bir durumdur. Sanki bu durum bizlerin bir tür yazgısıdır. Bu yazgımız gereği, çoğu meslektaşımın olduğu gibi, ben de şu anda oturduğumuz mahallemizin doğma büyüme yerlisi değilim. Mahalleye çok yakın bir zaman önce değilse bile, doğuştan mahalleli değil, mahalleye sonradan yerleşenlerdenim. Yine de mahalle muhtarımız üç dönemdir aynı kişi olduğundan, gel zaman git zaman, kendisiyle karşılaştığımızda, ismen selamlaşacak kadar tanış hale geldik. İsmimizi muhtarın sormasıyla oturduğumuz sitenin yöneticileri mi bildirdiler, yoksa muhtar adımızı doğrudan mı tespit etmişti bilmiyorum, beş yıl önceki yerel seçimlerde, sandık başında görev yapmak üzere eşimle benim isimlerimiz, mahalle muhtarımız tarafından ilgili yerlere bildirilmiş. Seçimlere on beş gün kala, o güne kadar ömrümde hiç oy atmadığım bir partinin kontenjanından, bilmem kaç sayılı yasanın falan maddesine göre, seçimlerde sandık başında görevlendirildiğimi, seçimden bir gün önce görevli olduğum sandığın bulunduğu okulda, gerekli masa ve kabin düzenlemesini yapmak üzere, okulda hazır bulunmam gerektiğini, gelmezsem yasal işlem yapılacağını ifade eden görev bildirim kağıdı, adresime tebliğ edildi. İşin şakası yoktu; devletim üniforma altında değil ama, yıllar sonra, bu kez sivil olarak seçim sandığı başında, hizmetimize ihtiyaç duymuştu. Denilen gün ve saatlerde, üstelik kravatımı da takmış olarak, seve seve, görevimin başına gittim. Sabahın saat altısından, akşamın dokuzuna kadar, diğer görevlilerle birlikte, sandık başında görevimizi tamamladık. Son olarak da, henüz bir ilk öğretim okulunda okul müdürü olarak görev yapmakta olan sandık başkanın düzenlediği, biz sandık görevlilerine ödenecek iki günlük ücreti gösteren bordroyu imzaladıktan sonra, sandık başından ayrıldık. Seçim hayhuyu geçtikten bir ay kadar sonra, seçim yevmiyeleri, ilgili bankanın falan şubesinde veriliyormuş diye bir söylenti duydum. Bankaya başvurduğumda, görevliler, hangi seçim bölgesinde görev yapmış olduğumu sordular. Bölgeyi söylediğimde, benim bölgem için, seçimde sandık başında görevlendirilen sadece halihazır faal devlet memuru olup, sandık başında görev yapmış olanlar için ödeme yapılmakta olduğunu, dışardan görevlendirilenler için ödeme tahakkuk ettirilmediğini söylediler. İlerleyen günlerde yaptığım araştırmayla, benim görev yaptığım seçim bölgesi dışındaki diğer seçim bölgelerinde benim durumumda olanların da, ücretlerini aldıklarını öğrendim. İşin peşini bırakmayıp, adliye binasına yolum düştüğünde, sora sora, ilgili seçim kurulu başkanlığını bulup, başkanın karşısına dikildim. Ücretimin ne zaman verileceğini sorduğumda; başkan, ödeneğin yetmediğini, zaten seçim için ödenek olarak yetersiz bir para geldiğini, kısaca ileride ödenebilir diye de beklentiye girmememi söyledi. Durumda, özellikle biz askerlik terbiyesi almış kişilerin anlayamayacağı bir terslik vardı. Ulaştığım sonuca göre, devlet yurttaşı olarak beni, yasa maddesi de sayarak, gelmezsem yasal işlem yapacağını söyleyerek göreve çağırıyor, ama ücret ödemeye gelince yan çiziyordu. Ücretin miktarı ve ödenmeme nedeni ne olursa olsun, durum ağırıma gitmişti, devletim adına üzülmüştüm. Eve gelip, bu durumda ne yapabilirim diye tartıp düşündükten sonra, durumu anlatan bir dilekçe yazıp, 16 Lira masraf ederek, taahhütlü olarak, Yüksek Seçim Kurulu Başkanlığına, TBMM Dilekçe Komisyonuna, Adalet Bakanlığına ve birini de ödenek yok diyen İl Seçim Kurulunun ilgili seçim kurulu başkanlığına gönderdim. Aradan bir ay kadar bir süre geçti geçmedi, bir gün çalan telefonda, karşımda cızırtılı bir ses, adliyeden aradığını, isminin adliyede görevli memur Seyfi olduğunu, en kısa sürede mutlaka adliye binasına uğramam gerektiğini, seçim yevmiyemin tarafıma ödenmesi için kendisini adliye binasında arayıp bulmamı söyledi. Ertesi gün öğleden sonra kendisiyle adliye binasında buluşmak üzere sözleştik. Ertesi gün, öğleden önce, adliye binasına gitmek üzere hazırlık yaparken, semt karakolundan, acilen karakola da uğramam gerektiğini bildiren bir telefon daha aldım. İlk anda kendi başıma açtığım seçim yevmiyesi sorunu ile karakola davet arasında ilişki kurabildim desem yalan olur. Bizler öyle sık sık ifade için karakola davet edilen insanlar olmadığımız için, bu karakol işi nedir, ne değildir, dünyanın bin bir türlü hali var diyerek, karakoldan niçin çağırdılar acaba diye meraklanıp, korkmadım desem yalan olur. Karakola uğradığımda, niçin aradıklarını sordum; elime bir pusula tutuşturup, adliye binasında, başsavcıya bir ifade vermem gerektiği için arandığımı söylediler. İfade konusunun ne olduğunu sorduğumda ise, bir dilekçe yazmışsın, galiba onun için dediler. Durumu aşağı yukarı anlayıp rahatlamıştım. Seyfi Bey'le randevum için zaten adliye binasına gidecektim. Bir an önce adliye binasına ulaşmak için yola koyuldum. Önce başsavcının huzuruna çıktım. Yazıcı kızın da hazır bulunduğu odada, başsavcı: "Yaz kızım, Soruldu TBMM Dilekçe Komisyonu'na dilekçe yazmışsın niçin" diye sordu. Bende durumu anlattım. Yazıcı bayana, dönerek "yaz kızım" dedi ve "alamadığı seçim parasını almak için yardım istemek üzere...." diye başlayıp devam eden bir sürü bir şeyler yazdırdı. Anladığım kadarıyla başsavcı da, önüne gelen bir soruşturma dosyasının gereğini yerine getirmek üzere görevini yapıyordu. Üzülerek, asıl mesleğini söylemeye bile dilimin varmadığı sayın başkanın odasının kapısı çalınıp, huzura çıkarıldığımda, başkan beni yukardan aşağı şöyle bir süzdü, aşağılayıcı ve sinirli bir tavırla, "Sen kimsin, ne iş yaparsın" diye sordu. Ben de askerce bir tavırla, adımı ve emekli astsubay olduğumu söyledim. Cevabım üzerine durakladı, yutkundu, bir şeyler söyleyecek oldu vazgeçti, elini pantolon cebine attı, cebinden yeşil bir yirmi bin liralık çıkarıp, Seyfi Bey'e uzattı. "Verin şu adamın parasını, bir de tutanak tutup, tutanağı imzalattırın. Tutanağı acele TBMM Dilekçe Komisyonu'na fakslayın" dedi. Memur Seyfi Bey bütün yirmi bin lirayı çay ocağında bozdurup, benim hakkım olan on beş lirayı bana verdikten sonra, daktiloda yazdığı tutanağı bana imzalattı. Devlet memurluğu denilen göreve, vakti zamanın da, ucundan kıyısından bizler de bulaşmıştık, ama devletin parasının, böylesine kişilerin pantolon cebinden çıkarılıp, suratına çarpar gibi istihkak sahibine ödeme yapıldığına ilk defa şahit oluyordum. Bir yandan üzüldüm, bir yandan da, hakkın aranılması durumunda, bu örnekte olduğu gibi, bir devlet birimi olan TBMM Dilekçe Komisyonunun, işinin peşini bırakmamış olduğunu görüp, devletimin çarkının, gerektiğinde çalışmak üzere, yerli yerinde duruyor olduğuna sevinmiş, gasp edilmek istenen bir hakkımı korumanın, hakkımı geri almanın hazzını tatmıştım. Benim sandık başında görev yaptığım bölgede, daha ileriki günlerde ve aylarda, eşim dahil, seçimde görev yapanların paralarını aldıklarını duymadım. Eşimin bıkıp usanmadan sorduğu, benim yevmiyemi nasıl alıp, kendisinin niçin alamadığını her defasında dilimin döndüğünce anlatmaya çalıştığım olay budur. Sakın ola aklınıza, neyse ki, on beş lira fazla bir para değilmiş canım, gibi bir şey gelmesin. Seçim bölgesinde bulunan toplam sandık sayısı göz önüne alındığında, kaba bir hesapla, söz konusu toplam paranın, o gün için, rahatlıkla en iyisinden yerli bir binek otomobil satın alabileceğini söylersem, durum daha iyi anlaşılır sanırım. Siz siz olun, emekli astsubay olmayı küçümsemeyin. Hakkınız olanın peşine düşmekten asla vazgeçmeyin. Bu ülkenin külfetinde de, servetinde de hepimizin payı olduğunu bir an olsun unutmayın. Bilindiği üzere, önümüz seçim dönemi. Ola ki, devlet geçen dönem bana yaptığı gibi, bu dönem de sizleri göreve çağıracak olursa, asalaklığın büyüğü küçüğü olmaz pusuda bekleyen, parsa kapmaya çalışan sırtlanlara karşı haberli ve hazırlıklı olun efendim. Saygılarımla...
Sadece kayýtlý kullanýcýlar yorum yazabilir! Powered by !JoomlaComment 3.12 Copyright (C) 2007 Alain Georgette / Copyright (C) 2006 Frantisek Hliva. All rights reserved. |
|||||||||||||||||||||||||||||
Son Güncelleme ( Perşembe, 08 Ocak 2009 ) |
Sonraki > |
---|